Çağşak Köyü

ÇAĞŞAK KÖYÜ

A.) ÇAĞŞAK’IN COĞRAFİ YAPISI

 

               Coğrafya köyün üzerinde yaşadığı toprak parçasıdır. Bu toprak parçasının yeryüzü şekilleri, matematik konumu, iklimi, yerleşim düzeni ile o köyün manevi yapısı arasında sıkı bir ilişki vardır.… Bu coğrafi yapı da o topluluğun maddi bir unsurudur ve manevi yapısını da etkiler…

           Toroslar, İç Anadulu’ya doğru Binboğa sıra dağları ile Tahtalı sıra dağları olarak uzanır. Genel olarak Sarız’ın köyleri bu iki dağ sırası içinde yer alır. Bu köylerden Çağşak ise Binboğa sıra dağlarının kuzeyinde ve hemen eteğinde  yer alır. Çağşak’ın Binboğa sıra dağlarının kuzeyinde yer alması nedeniyle iklimi biraz daha soğuktur. Çağşak köyünün arazisi  dağlarla çevrili çanak görünümünde bir yerdir. Yer olarak çevre köylere göre yüksektir. Bu nedenle köyün sınırları içindeki bazı sular doğuya doğru akarken bazı suları da batıya doğru akar. Köyün suları hem Seyhan hem de Ceyhan ırmaklarına katılır.

           Köyün rakamı tahminen 1700 m civarındadır. Akdeniz ikliminin etkileri hissedilse de karasal bir iklim egemendir. Kışları çok soğuk geçer. Anadolu’nun ikinci derecede yağış alan bir bölgesidir. Yağışı genel de kışın ve kar olarak alır. Kar yağışının yoğunluğu ve köy yerinin çanak şeklinde olması nedeniyle dağlara düşen bu kar nedeniyle son derece bol sulu bir köydür. Bölgede bu  kadar bol kaynaklı başka bir köy yoktur. Bu sularda  alabalıklar bile yaşar…

          Çok geniş yayla ve meraları olan bir köydür. Son derece florası zengin ve bol çiçekli bir alandır. Bu nedenle “Binboğa Balı” bir marka olmuştur. Bu  coğrafi yapı hayvancılık yapmaya son derece uygundur.  

             Bölge kısmen ormanlıktır. Bu ormanlar meşe (Çılo) ve son yıllar yeniden gelişmeye başlayan ardıç (merx) ağaçlarından oluşmaktadır. Bunun yanın da yabani armut (Bozık)  Rıxok, bık, karamıx, şilan, çekem, mamıx, gibi ağaç türleri yanında ayrıca gûni (geven) olarak isimlendirilen bitki de son derece yaygın olarak bulunur.

         Köyde yaz mevsimi kısadır. İlk bahar ve sonbahar nerdeyse kış mevsiminin uzantısı durumundadır. Bölge kışın kar yağışlıdır. Yağmuru genel olarak ilk baharda alır.

          İklimi sert ve rakımı son derece yüksek olan Çağşak’ta çiftçilik verimli bir iş değildir. Başlıca ürünler arpa buğday, çavdar, patates, soğan, elma, armut, erik… gibi sınırlı sayıda yetişebilen bitkidir. Örneğin bağ, fasulye, domates, kavun, karpuz yetişmez. Çünkü yaz mevsimi kısadır.

        Köy esas olarak iki rüzgarın etkisi altındadır. Bu rüzgarlardan kuzeyden esen poyraz (bayê bakur) ile güneybatıdan esen lodostur (bayê germ). Diğer rüzgarlar bölgede pek etkili değildir. Bu nedenle köyün güneydoğusunda yer alan Elbistan Termik Santralinin yarattığı çevre kirliliğinin etkisi köyde  pek görülmez.

         Köy Binboğa dağlarının kuzeyine yerleşmiştir. Köyün asıl yerleşim alanı Ağgedik tepesinin güneyidir. Binboğa dağlarını karşısına alan bir yerleşim konumu söz konusudur. Bu gün köy daha bol solu olan çanak diye tabir ettiğimiz alana doğru, Binboğa dağlarının eteğine doğru yayılmıştır.

           Bu köy yerinde yapılan evler genelde bir oda, bir ev damı, bir avlu ve ihtiyaca cevap verecek ölçüde samanlık ve ahırdan oluşmuştur. Bu evler taş ve dolgu malzemesi olarak çamur kullanılmıştır. Üstü ardıç ağacından yapılan hezan ve merteklerden oluşmuştur. Bazı ev damlarının tepesinde bir de pencere bulunurdu. Evler iklime uygundu.  Bu evlerin içi yazları serin kışları ise sıcak olurdu.

        Bu gün  köy evleri yenilenmiş durumdadır. Evler artık betonarmedir. Tek katlı, dubleks, trıbleks ve daha çok katlı yapılmış evler vardır. Eski evlere çok nadir rastlanmaktadır.

 

 

 

B.) ÇAĞŞAK’IN NÜFUS YAPISI

 

              Köyün maddesini oluşturan diğer bir öğe de nüfustur. Nüfus ile toplumun manevi yapısı arasında  sıkı bir bağ vardır. İnsan hem köyün maddesi hem de onun yarattığı manevi değerleri taşıyan ve aktaran bir ögedir. Bu nedenle nüfusun özellikleri de toplumun manevi yapısı üzerinde etkilidir.

            Çağşak’ın kuruluş yıllarındaki nüfusunu bilmek, doğrusu, çok da kolay değildir. Nüfus kayıtları 1908 yılında tutulmaya başlanmıştır. Oysa Çağşak’ın kuruluşu yaklaşık olarak 1804 yılı olduğu belirtilmektedir. 19. YY başında köyün 400 hane olduğu yaygın bir söylemdir. Çağşak, çok kalabalık ve hareketli bir köy olmalı ki çevre köyler “Küçük Mısır” olarak isimlendirmiştir. Köy 1950’li yıllarda ise 220 haneye düşmüştür.

            Başlangıçta gelip Çağşak’a yerleşen bir çok aile daha sonra ayrılmıştır. Bunlardan bir kesimi Pınarbaşı’nın Salman Yaylası (Gûndi Ramo) köyünü kurarken, bir kesimi de Karagöz köyüne göçmüştür. Saman Yaylasına Salmanı Ramê ile Koyuncuların bir kısmı göçmüştür. Karagöz köyüne ise bazı Tümüklü aileler göçmüştür.

           Köyün yaşayan bu nüfusu eğitimsiz ve mesleksizdi. İnsanlar geleneksel deneyimleri temelinde tarım ve hayvancılık yaparlardı. Bu geleneksel deneyim yüz yıllar öncesine dayanmaktadır.  Köy sınırlı bir değişime  uğrayarak yıllarca benzer koşullar içinde sürüp gelmiştir.

          Bu nüfus değişik tarihlerde göçerek gelip köyü oluşturmuştur.  Bu insanlar yoğun olarak Dersim, Sivas, Malatya, Maraş, Diyarbakır gibi yerlerden gelmiştir. Bu gelişler aynı anda olmamıştır. Farklı zamanlarda gelip köye yerleşmişlerdir.

         Farklı bölgelerden göçüp gelen bu insanlar farklı aşiretlere mensuptur. Bu aşiretlerin başlıcaları; Kew, Gınî,  Atma, İzol, Dırıjan, Zeriki, Sınemilli, Abasan, Şavlat, Canbek, Devreş Cemal, Sarı Saltık, Nermıkan…

          Bu aşiretlerden Kew, Gınî ve Abasan aşireti Kürtçe’nin Kırmançki (Dımıli-Zazaki) lehçesiyle konuşurdu. Diğer aşiretler ise Kürtçe’nin Kurmancı Lehçesini konuşurdu.

          Bu aşiretlerden Tümükleri oluşturan Dırejan (Hacı Mıste ailesi) ve İzol (Dilo ile Eşik aileleri) aşiretleri İslamiyetin Hanifi mezhebine mensupken köyün diğer aşiretleri Alevi inancına mensuptur.

          Bu nüfusun inancı ve lehçeleri farklı olsa da kökenleri aynıdır. Kürt olmak temel kimlikleridir. Daha da önemlisi köyün bütün insanları bu statülerini doğumla kazanmışlardır. Sınırlı olan dinsel farklılıkları dışında sosyal yaşayışları, sosyal değerleri ve töreleri aynıdır. Bu konularda aralarında hiçbir fark yoktur. Bu temelde hiçbir çelişki yaşamamışlardır.

 

 

C.) EKONOMİK HAYAT VE ÜRETİMİN UNSURLARI

 

           Köyün maddesini oluşturan diğer bir unsur da üretimdir. Üretim toplumun en hareketli unsurudur. Üretimdeki değişme genel olarak toplumun diğer unsurlarında da değişmeye yol açar. Bir toplumun ya da topluluğun üretim faaliyeti, onun manevi yapısı üzerinde de son derece etkilidir. Manevi yapı adeta bu maddi yapının bir yansımasıdır.

           Çağşak köyünde var olan üretim ilişkilerine feodal üretim ilişkileri  demek son derece zordur. Çünkü köyde serf senyör ilişkisi yoktur. Köylünün toprağa bağlılığı ve senyör için üretmesi, ayrıca senyör tarafından toprakla birlikte alınıp satılması da söz konusu değildir.

          Çağşak köyünde Osmanlıda olduğu gibi toprak Allahın ve onun yer yüzündeki temsilcisi Padişaha ait de değildi. Osmanlı dönemin de bile topraklar köylüye ait olmuştur. Herkes kendi toprağını ekip biçmiştir. Kısacası köylü  “tımarli sipahiye” çalışan “rehaya” da değildir. Çağşaklı köylü hep “hür köylü” statüsünde yaşamını sürdürmüştür.

           Osmanlının Doğu ve Güneydoğu bölgesindeki hakimiyeti son derece zayıftır. Osmanlı Padişahı Yavuz ile Kürt Beylerinin temsilcisi İdrisi Bitlisi ile yapılan anlaşma nedeniyle her Kürt Beyi “otonom” bir yönetime sahiptir. Kendi iç işlerinde serbest olan bu Kürt Beyleri merkezi hükümete isyan etmemek ve savaş zamanı imparatorluğa asker vermekle yükümlüdürler. Bu iki müeyyide dışında Osmanlıya karşı bir sorumlulukları yoktu. Kendi bölgelerinde yaşayan Hıristiyanlardan bile kendi adlarına vergi toplar, para basabilirlerdi. 

           Bu nedenle Doğu ve Güneydoğu Bölgesindeki sistem “Miri Toprak Sistemidir.” Çağşak köyünde, Doğu ve Güneydoğuda var olan bu “Miri Toprak Sistemine” de rastlanmaz. Toprak sahibi bir ağa ve onun  için çalışan köylüler de yok. Zaten bu insanların göçüp geldiği bazı alanlar da Osmanlının hiçbir etkinliği de olmamıştır.

           Çağşak’ta var olan ağalık semboliktir. Çağşak’ta ağa denilen insanlar gücünü sahip oldukları topraktan ya da servetten almamışlardır. Bu ağalık daha çok o bireyin doğal liderliğinden kaynaklanmıştır. Bu doğal yetenekleri nedeniyle köyü dışarıya karşı temsil edebilmişlerdir.

          Bu sosyal yapı “İlkel Kominal Sistem” de değildir. Çünkü bu yapıyı belirleyen “doğal iş bölümü”, yani toplayıcılık ve avcılıktan da söz edilemez. Köyde “birinci büyük iş bölümü” yaşanmaktadır. Köyde özel mülkiyet gelişmiştir. Köylü çoban ve çiftçi olarak çalışmaktadır.

           Ayrıntılı bir analize girmeden, kısaca kapitalizm öncesi “kapalı köy ekonomisi” diyebileceğimiz bir süreç söz konusudur. Bu doğal ekonomik yapıda her aile ihtiyacı olan her şeyi kendisi üretmeye çalışır. Yeme içme, çorap, çarık, erkeklerin giydiği şalvarların üretimi köyde yapılırdı. Ailenin tüketimi üretebildikleriyle sınırlıydı. Bunun yanında pazarda satma ya da pazardan satın alma son derece sınırlı ve tali bir durumdur. Çok zorunlu şeyleri bile köylü satın alamazdı ya da ancak sınırlı bir şekil de satın alabilirdi. Örneğin ayakkabı, şeker, kahve gibi…

        Yediden yetmişe köyde herkes çalışırdı. Yaşı küçük olanlar kuzu ya da öküz çobanıdır. Yaşı büyük olanlar ise daha ağır işlerde çalışırdı.  Eli iş tutan herkes çalışır. Herkes için bir iş vardır. Çalışma konusunda köydeki insanların eşit olduğunu söylemek abartı değildir.

           Köyde “birinci büyük iş bölümü” yaşanmaktadır. Bu iş bölümünün sonucu olarak köyün bir kesimi çoban diğer kesimi çiftçidir. Zaman zaman bu iş farklılaşmasının iç içe girdiği  durumlarda söz konusudur. Çobanın tarımda çalışması, çiftçinin çobanlık yapması gibi… Zaten bireyler için kesin ve net bir iş bölümü ayırım yapmak mümkün de değildir. Buna rağmen temel iş bölümü çobanlık ve çiftçiliktir.

 

 

ÜRETİMİN UNSURLARI

 

 

          Bir toplumun en hareketli unsuru üretimdir. Üretimin en hareketli unsuru üretici güçlerdir. Üretici güçler de üretim araçları ve insan unsurlarından oluşur. Üretici güçlerin en hareketli unsuru da üretim araçlarıdır. Dolaysıyla  toplumsal yapının en hareketli öğesi de üretim aracıdır. Araçların hareketi genelde  toplumu, özelde ise insanların bilincini ve aynı zamanda da o toplumun manevi yapısını  şekillendirir.

            Üretim aracının hareketli olmasının nedeni toplumun ihtiyaçlarının sınırsız olmasıdır. Toplumun ihtiyaçları sınırsız; ancak bu sınırsız ihtiyaçlara insan hep sınırlı bir şekilde cevap verilebilmiştir. İnsanın bu sınırsız olan ihtiyaçlara en iyi şekilde cevap verebilmesi için yapması gereken tek şey üretimi arttırmaktır. Bu artışı sağlamak için  insanın kendi kol gücü de sınırlıdır. Bu şartlar altında yapması gereken bu sınırlı gücüne yeni güçler eklemektir. İşte insan bunun için doğayı (maddeyi) alete dönüştürüp bu aleti gücüne eklemiştir.

        Kendi enerjisine yeni enerjiler (aletleri) eklerken, bunu objektif şartların dayatmasıyla yapar. Daha bol üretim için buna yapmak zorundadır. Çünkü varlığını sürdürmesi buna bağlıdır. Bu nedenle doğayı araca dönüştürme objektif bir olaydır. Bu gelişme insanın iradesine bağlı değildir. İnsan istese de istemese de bu değişimi yaşamak zorundadır.       

          İnsan üretim aracını hem yaparken hem de kullanırken, kendisi de bilinçlenir ve gelişir. Araç ve insan öğelerinden oluşan üretici güçlerin bu değişimi kaçınılmazdır. Bu nedenle üretici güçler toplumun dinamiğidir. Toplumun değişmesinin esas sebebidir.

 

 

 

ÇAĞŞAK’TA ÜRETİM GÜÇLERİNİN DURUMU

 

 

           Çağşak’ta üretim aletleri, başta toprak olmak üzere, damızlık hayvanlar, yük hayvanları (öküz. at, eşek…) karasaban, kağnı, düven, orak, balta, kazma, çapa, su değirmeni, körük,  yayık, dıstar gibi…

            Köyde yaşayan aileler yeteneğine ve gücüne göre bu aletlere sahip olabilirdi. Kimi aile bu aletlere sınırlı bir şekilde sahipken kimi ailede bu aletlerin tamamına sahip olabilmiştir.

            Tarım ve hayvancılık alanlarında çalışan insanlar bu aletlerin gücünden yararlanarak üretmeye çalışırlardı. Daha verimli bir üretim için bu aletleri doğru yer ve doğru zamanda kullanma bilgi ve becerisini gösteren insanlar daha bol üretebilme imkanına da kavuşabilirlerdi.  

          Köyde tarım işçisi ve ücretli çobanlık pek gelişmiş sayılmazdı. Sürü sahibi birkaç aileyi saymazsak genelde çobanlar aile bireyleriydi. Yeterli ölçüde hayvanı bulunmayanlar da hayvanını bir başkasının sürüsüne  katardı.

             Tarımda yardımlaşma ve dayanışma yaygındı. Köyde işler imece usulü ile kotarılmaya çalışılırdı. Bunun yanında muhtaç olup tarımda  çalışanlara emeklerinin  karşılığı para olarak değil, genel de ürün olarak ödenirdi.

 

           Üretim araçlarının diğer bir öğesi olan insan, yaşadıkları üretim deneyleri temelinde üretim yapardı. İnsanlar, uzun süre “kapalı köy ekonomisi” içinde yaşamışlardır. Bu nedenle üretime ilişkin bilgileri çok sınırlı bir şekilde değişmiştir. Araçlardaki gelişmelere bağlı olarak üretim deneyimi artsa da aletlerin gelişimindeki yavaşlık ve buna bağlı olarak da üretim deneyimi çok sınırlı gelişmiştir. İnsanlar yıllarca aynı araç ve aynı yöntemlerle üretmeye devam etmiştir. 

 

ÜRETİM İLİŞKİLERİ

         Ekonomik hayatın diğer bir unsuru da üretim ilişkileridir. Üretim ilişkileri insanın üretim içinde üretim aracı karşısındaki yeri ile ilişkili bir sorundur. Üretim olayı içinde insan üretim aracının mülkiyetine sahip olabildiği gibi başkasının sahibi olduğu üretim aracında çalışarak, araca emeğini katarak üretmeye çalışır.

          Bu gerçek sonucu toplum sosyal sınıflara bölünür. Sosyal sınıflara bölünmenin sonucu olarak insanlar da farklı bilgi ve bilinç sahibi olmaya başlar ve farklı sosyal değerlere ulaşırlar.

          Çağşak’ta kaba bir sınıf farkına köle-efendi, serf-senyör ilişkisine rastlamak mümkün değildir. Ancak sınıf farkının olmadığı, köyde herkesin eşit olduğunu iddia etmek de yanlıştır. Köyde koyun sürüleri ve daha geniş toprakları olanlar yanında bir tek keçisi ya da bir karış toprağı olmayan insanlar da vardı.

         Bu varlıksız insanların bir kesimi köyün varlıklı kesimlerinin işlerini yaparlardı. Bunların emeklerinin karşılığı da genel olarak ürün olarak ödenirdi. Ancak burada feodal bir bağlılıktan, yani toprağa ve toprak sahibine bağlılıktan söz edilemez. Çünkü bu çalışan insanlar “hür köylü” durumundadır.

         Diğer önemli bir ayrıntı da “kapalı köy ekonomisi” içinde köklü bir dayanışma ve yardımlaşma geleneğinin varlığıdır. İnsanlar sınırlı bir şekilde üretebilseler de gelişmiş bir dayanışma ve paylaşma duygusuna sahiptir.  

             İstisnasız, köyde herkes çalışır. Bu konuda insanlar arasında fark yoktur. Üretim yoğun bir emeğe dayandığından aile için kalabalık nüfus ve bu nüfusun çalışması son derece önemlidir. Kalabalık ve çalışan  nüfuslu aileler daha avantajlı sayılırlardı. Ailede her biri farklı bir iş yapardı ve aile bütçesine daha çok katkı sağlardı.         

            Bu üretim ilişkileri, sürece uygun bir değerler sistemi, bir kültürel yapı ve inanç sistemi de getirmiştir. İnsanın üretim araçları karşısındaki bu yerine bağlı olarak yarattığı değerlere daha sonra değineceğim.

 

KÖYDE YAŞANAN YOKLUK

                 Kapalı köy ekonomisinin zorlukları, çetin doğa koşulları ile birleşince köylü kaçınılmaz olarak çok sıkıntılı bir hayata katlanmak zorundaydı.  Tarım yoğun emek istiyordu. Yaz mevsiminin kısalığı nedeniyle sınırlı miktarda tarım ürünü ekiliyordu ve verim de son derece düşüktü.

                  Hayvancılığın kendine göre riskleri vardı. Hastalıklar yanında bakım ve koruma ayrı külfetler getiriyordu. Bölgede kış son derece uzun sürerdi. Bu nedenle hayvanların beslenmesi de köylüye sıkıntı yaşatırdı.  

               Bu nedenlerle  insanların imkanları son derece kıttı. En varlıklı insanlar bile yokluk yaşardı. Henüz gelişmiş bir pazar ekonomisi yoktu. Üretim son derece yetersizdi. İpek kumaşlar gibi, şeker bile Suriye’den gelirdi.

               Köylünün pazarda satacak pek bir şeyi yoktu. Ancak ihtiyacı kadar üretebiliyordu. Kayseri’de satılan bir iki parça kilimle ancak tuz, bakır kaplar, kaput bez, kaçakçılardan ipek kumaş, şar, belki kış için pekmez, kaysı kurusu, dut kurusu ve benzeri şeyler satın alınırdı.

               Bunun dışındaki kılık kıyafet, yeme içmeye dair ne varsa köylü kendisi üretmek zorundaydı. Köylünün sıkıntısı o kadar büyüktü ki çarık bulamadığı zamanlar olmuştur. Bir köyden bir köye gittikleri zaman birbirinden ödünç çarık istedikleri zamanlar çok olmuştur.

             Köy benim duyduğum kadarıyla iki de büyük kıtlık yaşamıştır. Bu kıtlıklar 1920 ve 1940’lı yıllarda  yaşanmıştır. Bu yıllar ekmek bile bulamadıkları zamanlar olmuştur. Açlıktan dili tutulan, geçici olarak bilincini kaybeden insanlar olmuştur. Ekmek bulamadıkları için otla beslenmek zorunda kaldıkları ve bu nedenle de zehirlenmeler meydana geldiği hep anlatılmıştır.

 

 

ZENAAT VE TİCARET

 

          Köyde esas olarak “birinci büyük işbölümü” hakim olsa da tali olarak zanaat ve ticaret de söz konusudur. Köylünün zorunlu ihtiyaçlarının karşılanması sınırlı da olsa zanaat ve ticareti geliştirmiştir.

           Köyde değirmencilik zanaat olarak gelişmiştir. Önceleri köyde iki su değirmeni vardı.  Daha sonraları bu sayı dört olmuştur. Bu değirmeleri birer usta çalıştırır. Bu değirmenlerin ücreti de değirmenin sahibine para olarak değil ürün olarak ödenirdi. Değirmenler genel olarak sonbahar mevsiminde birkaç ayla sınırlı olarak çalışırdı. Herkes bu mevsimde yıllık buğday ihtiyacını değirmende una dönüştürür ve bir yıl boyunca bu unu tüketirdi.

         Bu değirmenlerin birinde ayrıca yarma ve bulgur öğütmeQe yarayan farklô bir taş da vdrdı. Dileyen budgurunu ve yarmasını bura da öğütürdü.

         Köyde alet yapımı ve yenilenmesini yakın köylerde bulunan demircilik zanaatıyla uğraşan insanların eliyle  yürütülmüştür. Kara sabanın ucuna takılan (gisin) demiri, baltayı, kazmayı, keseri bu insanlar eliyle yenilemişlerdir.

          Köyde kalaycılık zanaatını genel de bölgede bulunan Ermeni komşularımız icra etmiştir. O yıllarda bakır kaplar kullanılırdı. Bu kapların kalaylanması bir zorunluluktur. Çünkü kalaysız kaplar besini bozardı ve zehirlenmelere sebep olurdu. Bu nedenle bu hizmeti bir süre Ermeni tehciri yıllarında bölgeye sığınan Ermeniler yapmıştır. Daha sonraları değişik insanlar bu mesleği yürütmüştür.

          Bir dönem  yaygın olarak ipek kumaş ticareti yapılmıştır. Bu ipek kumaşları bu işle uğraşan insanlar Suriye’den köye kadar sırtlarından taşıyarak getirmişlerdir. Bu ipek kumaşların ticareti kaçak yollarla yapılırdı. Bu ipek kumaşlardan yaşlı kadınlar üç etek, genç kızlar entari yaparlardı. Ayrıca bir bölümü de yorgan yüzü olarak kullanılırdı.

          Diğer bir ara sosyal tabakada Çerçilerdir. Çerçilik 1940’lı yıllardan itibaren yaygınlaşmıştır. Bunlar köye ve bölgeye  ürün mübadelesini getiren yaygın bir kesimdir. Köylüyü satmaya ve satın almaya alıştıran bu kesim “kapalı köy ekonomisinin” yıkılmasını da hızlandırmıştır.

          Çağşak köylülerinin önemli bir geçim kapısı da Çukurova’dır. Köyün bir kesimi kışın ailesiyle birlikte Çukurova’ya, göçmüştür. Bu mevsimlik göç   yıllarca sürmüştür. Adana’nın ilçeleri ve yaygın olarak  köylerine göçmüşlerdir. Bu köylerde kadınlar kilim dokurken, erkekler de çeşitli işlerde çalışmıştır.

          Çukurova’ya bazı erkekler de ailelerini köyde bırakarak çalışmak üzere gitmiştir. Bunlar meşhur “Çukurova’nın kökçüleridir.”  Çukurovalıya tarla açmak için “maki” denilen bodur ağaçları kökü ile sökme işlemini yaparlardı. Birkaç ay çalışıp geri dönerlerdi.

           Çukurova’ya doğru süren  bu hareketlilik  mevsimliktir. Birkaç ayla sınırlıdır. Bu geçici hareket henüz köyden köklü bir kopmayı getirmemiştir. Ancak böylece ekmek parasını dışarılarda arama fikri gelişmektedir.            

 

 

 

KÖYDE EKONOMİK HAYATIN BOZULMASI  VE ŞEHİRLERE GÖÇ

 

 

 

         Tek partili dönemde, yaklaşık olarak 1940’lı yılların başında tek tük şehirlerde iş bulma başlamıştır. Ancak bu durum çok sınırlı bir göçe neden olmuştur. Bu dönem dünyadaki değişim, mevcut konjonktür Türkiye’yi değişmeye zorlamıştır. Bu nedenle “demokratik” bir açılım ve çok partili hayata geçmek için adımlar atılmaya çalışılmıştır.  

           Çok partili hayat 1950’li yıllara doğru başlamıştır. Bu yıllarda ülkede yeni bir iktidar için zemin hazırlanmıştır. Yeni parti ve bu partinin oluşturduğu hükümet ekonomik hayatta devletçiliğin yerine, özel sektöre ağırlık vermiştir. Yeni iktidar liberal bir ekonomi politikasını savunmuştur. Bu değişimle birlikte daha hızlı bir sanayileşme başlamıştır. Köylü pazarda ürününü satmaya ve pazardan satın almaya başlamıştır. Böylece “kapalı köy ekonomisi” çözülmeye başlamıştır.

            Şehirlerde fabrikalar kurulmuş. Köyde tarım dışı kalan nüfus bu fabrikalarda çalışmak üzere şehirlere göçmüştür. Bunun sonucu Çağşak köyünün nüfusu her geçen gün azalmaya başlamıştır. Şehirlerde iş bulma 1940’lardan itibaren başlamış olsa da köyden yığınsal olarak 1950 yıllardan itibaren kopmalar başlamıştır.

           1948 yılında köye ilkokul yapılmıştır. Başarılı gençler şehirlerde eğitim imkanı bulmuştur. Böylece bu eğitimli nüfus da şehirlerde iş bulmaya başlamıştır. Bu durum köyden şehre hızlı bir göç dalgasını başlatmıştır.

 

            Doğal ekonomik yapının çözülmesi, köylünün pazara açılması, köyde tarım dışı kalan nüfusun, sanayinin merkezleri olan şehirlere göçmesi sonucu, köyün nüfusu iyice azalmıştır. Bu gün köyde yaklaşık olarak 60 hane yaşamaktadır. Bunlar da genel olarak  yaşlı insanlardır.

 

 

 

II.) ÇAĞŞAK KÖYÜNDE MANEVİ  YAPI

 

 

           Kültür ile içinde yaşanan üretim ilişkileri arasında diyalektik bir ilişki vardır. Kültür üretici güçlerin değişiminden etkilenip şekillenir; ancak şekillenen kültürel yapının da mevcut üretim biçimini etkilemesi onu yönlendirmesi söz konusudur. Çağşak köyünde kültürel yapı ile mevcut doğal ekonomi arsındaki bu bağa da sanırım dikkat etmek gerekir.

            Çağşak köyünün yıllarca yaşadığı, son derece yavaş hareket eden doğal ekonomik yapısı ile onu var eden manevi yapı arasındaki yakın ilişki görülmeden, bu nokta iyi değerlendirilmeden yıllarca benzer kültürel değerler içinde yaşamasına anlam vermek de zor olurdu.

           Bir toplumun manevi yapısı onun kültürüdür. Kültür insan eseri olan, insanın doğaya eklediği yapay bir doğadır. İnsanın sahip olduğu edebi, felsefi, bilimsel, teknik bilgiler ile  ürettiği araçlar, sanat eserleri, üretim deneyimi, sahip olduğu sosyal değer ve sosyal normlardır…   Kısaca insan eseri olan her şeyi kültür kavramı  içinde değerlendirmek mümkündür.

            Çağşak köyünün kültürel değerleri olan, inancı, aile hayatı, töreleri sosyal değer ve normları kısacası yaşamına ait olan her manevi değeri onun yaşadığı maddi değerlerden ayrı düşünmek mümkün değildir. Bunlar karşılıklı olarak birbirin etkileyip, şekillenmiştir.

 

 

A.) KÜLTÜREL HAYAT

             Çağşak köyü farklı yerlerden gelen göçerlerin oluşturduğu bir köydür. Köye gelenler çok farklı aşiretlere mensuptur. Alevi-Sünni olmak üzere inançları farklı  ve  bu insanlar Kürtçe’nin farklı iki lehçesiyle konuşurlardı.

          Köyde yaşayan insanlar arasında bazı dinsel farklılıklar dışında kültürel hiçbir farklılık yaşanmamıştır. Alevi, Sünni ye da Kurmanci ve  Kırmançki (Dımıli-Zazaki) konuşanlar arasında kültürel hiçbir fark yoktur. Bu insanların kültürel hayatları ve sosyal değerleri ile töreleri aynıdır. Cenaze törenleri, düğünleri, folkloru, türküleri, oyunları, sünnet törenleri, koç katımı, yayla geleneği, taziyede bulunma gibi konulardaki sosyal  yaşamları aynıdır.

           Köyde Alevi-Sünni ayırımı yaşanmamıştır. Bu konu da taraflar son derece saygılı davranmışlardır. Bunun asıl nedeni aynı aşirete mensup olanların hem Alevi hem de Suni olabilmesidir.

             Köyde yaşayan  Tümüklerin bir kısmı Dırejan, bir kısmı ise İzol aşiretine mensuptur. Bu iki aşiretin de hem Alevisi hem de Sunnisi vardır. Daha da önemlisi köyde, İzol aşiretinden olan hem Aleviler hem de Sünniler yaşardı. Bu nedenle karşılıklı bir hoşgörü, karşılıklı bir saygı söz konusudur.

           Buna rağmen Alevi ve Sünniler arasında evlilik çok sınırlı kalmıştır. Bu konuda hem karşılıklı saygı hem de bir hassasiyet söz konusu olmuştur. Bu hassasiyet  nedeniyle olsa gerek karşılıklı bir çekingenlik yaşanmıştır. Bu nedenle de evlenmeler çok sınırlı sayıda gerçekleşmiştir..

 

 

 KIŞA HAZIRLIK

 

           Kısa süren yaz mevsiminde nispeten daha uzun süren kış mevsimi için hazırlık yapılırdı. Son baharda buğday değirmende öğütülür ve çuvallara doldurulurdu. Bu çuvallar ev damında yan yana dizilirdi. Bunların yanına kadınların kaynatıp, kuruttuktan sonra da isteyenin “destar” ile öğütüp eleyip çuvala doldurduğu bulgur ve tarhana çuvalları konulurdu.

          Yine ev damında kadınların bütün yaz çalışıp biriktirdiği ve derilere bastığı çökelek ile yağ derisi dizilirdi. Kurutulmuş etler ve benzeri kış hazırlıkları yapılırdı.

         Beslenme kültürü yaygın olarak hayvansal besinlere dayalıydı. Meyve ve sebze yetiştirme ve bununla beslenme kültürü pek gelişmemiştir. Bu bağlamda patates, soğan gibi bitkilerin üretimi sınırlı şekilde yapılmıştır. Bunun dışında meyve ağacı ve meyveden yararlanma pek gelişmemişti. Sınırlı da olsa kurutulmuş şilan, karamık, bozıktan yararlanılmıştır.

         Köyde beslenme esas olarak tahıl ve protein ağırlıklı olunca yemekler de bu özellikleri taşırdı. Başlıca yemekler; kulora sirê, Kulora içi, Kulora haftkatık, kulora tisi, pelûl, germerun, bulgur pilavı, lapa, keşke, bulgur çorbası, tarhana, çir hoşafı, kaygana, şilan hoşafı,kartol, un helvası … gibi yemeklerdi.

          Köyde Alevilerin temel bir geleneği olan saz çalma ve deyiş söyleme pek gelişmemiştir. Bu konuda köyde renkli kişilikler, ozan ruhlu insanlar yetişmemiştir.

          Uzun kış gecelerinin şaşmaz eğlencesi masallardı. Bu işi bilen insanlar masal anlatırdı. Diğer insanlarda bu masalları zevkle dinlerdi. Masallar hep Kürtçe anlatılırdı. Zaten ilkokul köye yapıldıktan sonra okulda Türkçe konuşulmaya başlanmıştır. Bunun dışında Türkçe konuşulmazdı.

       Kışın güneşli günleri herkes dam başlarında geçirirdi. Dam üstlerinin karı süpürüldüğü için dam üstleri kuru olurdu. Dam üstlerinde yaygın olarak çûr (ara kesme) olarak adlandırılan  oyunu oynanırdı. Bunu yaşlı genç fark etmez herkes oynayabilirdi.

 

 

 

 

KÖYDE DÜĞÜN VE SÜNNETLER

 

 

        Köy düğünleri oldukça renkli geçerdi. Köyde davul zurna çalarak geçimini sağlayan akraba birkaç aile vardı. Son derece sanatçı insanlardı. Kürt folklorunu kusursuz icra ederlerdi.

               Köy düğünlerinde herkes halay çekerdi. Çok güzel oynayan insanlar vardı. Düğünde kadın ve erkekler el ele tutuşup oynarlardı. Halaylar genel de ortak oyunlardı. Ancak erkekler tura denilen bir oyun oynardı ve ayrıca da güreş tutarlardı.

           Köy düğünleri son derece eğlenceli geçerdi. Genelde üç gün sürerdi. İki gün damadın evinde bir gün de gelinin evinde sürerdi. Ancak birden çok davul zurna ile daha uzun süre yapılan düğünler de olmuştur. Her düğünün sonunda bütün köylü için “düğün yemeği” de hazırlanırdı.

            Köyde sünnet törenleri de son derece renkli geçerdi. Genelde sünnet törenleri de  davul-zurna eşliğinde yapılırdı. İki ya da üç gün devam eden sünnet merasimleri bile olmuştur.     

            Sünnet olayı “kirvelik” kurumunu getirmiştir. Kirvelik son derece güçlü bir sosyal motiftir. Sünnet olacak çocuk kirvesinin kucağına oturarak sünnet olurdu. Kirveden çocuğa hediyeler ve çocuğun ailesinden kirveye hediyeler ikram edilirdi.

             Kirvelik taraflar arasında akrabalıktan daha önde bir sosyal bağ oluştururdu. Bu iki ailenin bireyleri arasında evlilik bile olamazdı. Bu durum bütün Kürtler için geçerli olan güçlü bir gelenektir.

 

 

YENİ YIL EĞLENCESİ

 

 

 

        Yeni yılın gelişi coşkuyla karşılanırdı. Yeni yıl gecesi “kalık-pirik” kiyafetine giren gençler ev ev dolaşır bir şeyler toplamaya çalışırlardı. Girdikleri her evde yeni yılın anlamını hatırlatan türküler söylerlerdi. Bu türkülerden birinin sözleri:

 

     “Serê salê, bınê salê,

     Xızır tekeve wê malê,

     Xadê bıhele xortê vê malê…” şeklinde devam ederdi.

 

 

 

 

 

 

YAYLA HAYATI

 

          Köylünün hayatında yaylaların önemli bir yeri vardır. Buralar hayvanlar için elzem yerlerdir. Hayvanların otlanması ve bu serin yerlere çıkarılması nerdeyse zorunluluktu. Köyde yazın her aile yaylaya çıkardı. Bu mevsimde köy adeta boşalırdı. Kadınlar ve çobanlar sürekli yaylada kalırdı. Diğer erkekler sabah çiftçilik işi nedeniyle köye gelir, bütün gün çalışır ve akşam yaylaya dönerdi.

          Yaylanın köylü için sahip olduğu bu ekonomik değer, onu uğruna ölecek mertebeye ulaştırmıştır. İlk baharda köyün yaylaları korunur. Başka köylerin mallarının yayılmaması için gerekli önlemler alınır. Komşu köylerin bu yaylaları işgal etmesi, ele geçirmesi konusunda bütün köylü seferber olur. Böyle bir durum onur meselesi yapılır ve herkes buna karşı mücadele ederdi.

          Yaylalar nedeniyle çıkan kavgalar da bilebildiğim kadarıyla Çağşak’tan bir kişi ve karşı taraftan bir kişi olmak üzere iki insan değişik tarihlerde hayatını kaybetmiştir. Aynı yayla sevgisini hayatında yayla yüzü hiç görmemiş Çağşaklılar da bile bulmak mümkündür.

         Yayla hayatının zorlukları da vardı. Son derece ilkel evlerde yaşanırdı. Bu “hollık” denilen mekanlar kapısız penceresiz evlerdi. Genelde dört duvarı ve üstü artıç ağacıyla kapalı olan bu evler yağmurlu havalarda hep akardı. Evlerin içi bile  ıslanırdı. Özelikle ilk baharın yağışlı günlerinde bu hayat çekilmez olurdu.

 

 

 

B.) ÇAĞŞAK’TA AİLE HAYATI

 

           Çağşak köyünde aile hayatına bunun temeli olan kadın erkek ilişkisine tarihsel bir perspektiften çok sosyolojik bir temelde bakmaya çalışacağız Bu nedenle somut durumu, yaşadığım olguların belleğimde bıraktığı izleri anlatmaya, bir bakıma yaşadığım fotoğrafı sunmaya çalışacağım…

 

 

ÇAĞŞAK’TA KADIN ERKEK İLŞKİSİ

 

          Çağşak köyü “kapalı köy ekonomisi” dediğimiz sistemde yaşıyordu. Bu doğal ekonomi şartlarında her aile genel olarak her ihtiyacını kendi içinde karşılıyordu… İnsanlar kendi ihtiyacı kadar üretiyordu. Bu nedenle insan emeği çok değerliydi. Kadında erkek gibi durmadan çalışırdı. Bu durum kadının statüsünü yükseltmiş onu değerli yapmıştır. Kadın erkeğin eline bakan değil, üretendir. Hayvanların sağılması, katığın toplanıp saklanması, yünün kilime dönüşmesi mevcut yapı için de son derece değerli işlerdir.

            Böyle bir sosyo-ekonomik yapı içinde yaşayan Çağşak köyünde doğan çocuğun erkek olması tercih edilen bir durumdu. Her insan öncelikle erkek evlada sahip olmak isterdi.            

            Erkek çocuğun kız çocuğuna göre üstün tutulmasının  bazı sebepleri vardı. Bu sebeplerden  en temel olanı erkek çocuğun  “aile ocağını sürdürmesine” ilişkin inançtır. Aile soyunu devam ettirdiği konusundaki bu inanç son derece güçlü bir önyargıdır.  Ayrıca Toplum yaşlanan anne babaya bakma, onların yaşlanmasında kol kanat germe görevini erkek evlada vermiştir. Bunların yanında diğer önemli bir faktörde erkeğin kadına göre daha güçlü olması, evin dışında çalışabilmesi ve aile bütçesine katkısının daha büyük olmasıdır.

 

 

ÇAĞŞAK’TA KIZ ÇOCUKLARININ  YERİ

 

 

 

          Bu gerçeğe rağmen  kız çocuklarına önem verilmemiştir demek istemiyorum. Sadece bir gerçeği tespit etmek istiyorum. Kız çocuğunun aile içindeki konumu hiç de erkeğe göre geri değildir. Bu konuda kadının konumunu toplumsal gereksinimler dışında belirleyen her hangi bir dinsel dogma ya da hak ve özgürlüğünü toplamsal planda kısıtlayan her hangi bir töre de söz konusu değildir. Gerek aile gerekse toplumsal yaşamda kadın ile erkek arasında belirgin bir fark yoktur.

         Kız çocukları her kademede sosyal hayatın içindedir. Bu konuda onların önünde herhangi bir engel yoktur. Töre nedeniyle başları açıktır. Başlarını örtmeleri ayıptır. Ancak evlendikten sonra başlarını örtebilirlerdi. Kızlar Düğün dahil köyde yapılan her şenliğe katılabilirlerdi. Bu konuda erkeklerle aralarında önemli bir fark bulunmamaktadır. Köyde yapılan düğünlere özel ipek kıyafetleriyle renk katarlardı. Bu kıyafetler son derece renkli ve büyüleyiciydi.

         Kızlar erkeklerle sosyal ilişkide, ölçülü olmak kaydıyla, her hangi bir sorun yaşamazdı. Kendini taşıyabildiği ölçüde her hangi bir yasakla karşılaşması söz konusu değildir. Aile bireyleriyle temasta son derece özgürdür. Söz ve davranışlarının engellenmesi söz konusu bile değildir…

        Kız çocuklarının, eşini seçerken her zaman  özgür olduğunu söylemek zordur. Aile büyükleri belli bir anlayış gösterse de bu her zaman mümkün olmamıştır. Kızların zaman zaman  zorla evlendirilmesi de söz konusu olmuştur. Hatta bu zorla evlendirilme nedeniyle zaman zaman “kız kaçırmalar” da görülmüştür.

       

 

MONOGAMİ (TEK EŞLE EVLİLİK) KURALI

             Kadın ister gönüllü ister gönülsüz bir evlilik yapsın bu evliliği sürdürmek zorundadır. Köyün geleneğin de ilke olarak boşanmaya yer yoktur. Böyle bir kural gelişmemiştir.

           Yine ilke olarak monogami (tek eşle evlilik) geçerlidir. Polijini (erkeğin birden çok kadınla evliliği) istisna bir durumdur. Polijini çoğu kez çocuk sahibi olabilmek için baş vurulan bir yoldur. Genelde çocuk sahibi olamayan kadınlar kendi istekleriyle kocalarını evlendirmişlerdir. Bunun dışında ve hoş karşılanmamakla birlikte, istisna sayılabilecek polijini örnekleri de yaşanmıştır.

 

 

KADININ EKONOMİK HAYATTAKİ YERİ

             Kadın genelde ev işlerini yapar. Bu işler genel de hayvanların sağılması, sütün işlenmesi, yünün işlenip kilim haline getirilmesi, yemek, çamaşır ve dikiş dikme benzeri işlerdir. Kadın dışarıda çalışmaz, tarım işine pek karışmazdı. Hayvanların yayılması ve tarım erkeklere göre işlerdir. Kadının bu işlerde çalışması pek de hoş görülmezdi.

          Köyün kadınlarının nerdeyse tamamına yakını işledikleri koyun yünlerinden kilim dokurlardı. Bu kilimler Kayseri’de satılırdı. Sarız bölgesindeki Kürt kadınlarının dokuduğu bu kilimler son derece namlıydı. “Kürt kilimi”  olarak da müşteri bulurdu. Ancak ne yazık ki bu kilimler bu gün başka adlarla anılmaktadır.

          Kadınların ürettiği bu kilimler satılır ve karşılığında, tuz, bakır kap, patiska, pazen benzeri tüketim malları alınırdı. Bunun yanında Suriye’den kaçakçıların getirdiği kadınların kofi yapmak için başına sardığı “şar” ve evli kadınlar için zubun genç kızlar için entari dikmek için ipek kumaşlar satın alınırdı.

 

 

KADININ SOSYAL HAYATTAKİ YERİ

 

       Köyde kadın erkek ayırımı yoktur. Kadın erkek gibi köydeki her sosyal etkinliğe katılabilirdi. Bu etkinlikler düğün, koç katımı, cem törenleri, cenaze merasimleri gibi etkinliklerdir. Kışın toplanılan odalarda yaşlı kadınlar yanında genç kadınları da bulunabilirdi.

       Bu tür etkinlikler de kadın ile erkek arasındaki fark bir sosyal rol farkıdır. Örneğin cenaze de ağıt yakmak genelde kadının, ölen insanı gömme hazırlığı erkeğin görevidir.

 

 

ANAERKİL GELENEKLERİN GÜCÜ

 

        Yaşlı kadınlar son derece hürmet görür, dinlenir ve sözüne itibar edilirdi. O kadar itibarlılar ki kavgada “kofilerini” ortaya attıklarında kavga bile biterdi. Büyük bir köy kavgasın da Altunilerden Apê Qerık’ın eşi Xanê Bırê “kofisini” ortaya atarak kavgayı bitirdiği hep anlatılmıştır. Bu durum sadece Çağşak köyüne has bir töre değildir. Bütün Kürtleri kapsayan bir töredir. Bu durum kadının otorite olduğuna ve bu otoritesine duyulan büyük saygının bir tezahürüdür.

        Garê Abes bastonu ve piposu ile köy odalarının baş misafiridir. Yine Apê Mısto’nun eşi Metê Ordê karizmatik kişiliğiyle Mısto’nun ailesine adını vermiştir ve aile “Mala Ordê” olarak anılmıştır. Bu durumda yine köklü  bir Kürt geleneğidir. Kadına duyulan saygının bir delilidir. Aile erkeğin adıyla anılabileceği gibi kadının adıyla da anılmıştır. Bu konu da  pek çok örnek saymak mümkündür.

         Kadın yaşlı olsun genç olsun erkek geçerken ayağa kalkardı. Bu da köyün temel bir geleneğiydi. Bu da kadının erkeğe karşı saygısını ifade ettiği bir durumdur.

 

 

KADININ GİYİM KUŞAMI

 

 

        Kadın için var olan bu özgür ortam yaşlı kadınlar yanında genç kadınlar için hatta genç kızlar için de söz konusudur. Bunlar da son derece rollerini oynama konusunda özgürdürler. Kadını giyim kuşamını belirleyen Kürt geleneğidir. Bunun dışında her hangi bir dinsel etki söz konusu değildir.

         Kadın kılık kıyafet konusunda son derece rahattır. Genç kızlar başı açık ve entari giyerlerdi. Evli genç kadınlar başını genelde bir eşarpla bağlar ve zubun (üç etek) ya da entari giyerlerdi. Yaşlı kadınlar ise “kofi” bağlar ve hep “zubun” (üç etek) giyerlerdi. 

 

 

C.) ÇAĞŞAK’TA DİNSEL YAŞAM

 

 

            Çağşak köyünde Alevi inancına bağlı olanlar yanında Hanefi mezhebine bağlı Müslümanlar da  yaşardı. Alevilikle ilgili tespitler yaparken herhangi bir dinin verilerine dayanma yerine felsefi ve sosyolojik verilere dayanmaya çalışmak gerekir. Bu daha doğru olan bir tutumdur. Bir başkasının Alevi’yi nasıl tanımladığı önemli değildir. Önemli olan Alevi’nin kendisini nasıl tanımladığıdır.

            İnançlar alanın da önyargılar egemendir. Bu nedenle her inanç diğer inancı sahip olduğu önyargılar temelinde tanımlamaya çalışır. Karşı inancı tanımlarken yol göstericisi kendi inancıdır. Bu da bireyi kaçınılmaz olarak öznel bir yaklaşımı götürür.

            Alevilik genel olarak sözlü bir inançtır. Her şeyden önce  bir dindir. Çünkü bütün dinlerin özü birdir. Her din insan ile tanrı arasındaki ilişkiyi düzenler. Her din bu ilişkiyi farklı biçimlerde ortaya koymaya çalışır. Sosyolojik anlamda Totemizm din olduğuna göre Alevilik de dindir. Buna aklı başında hiç kimsenin itiraz etmeye hakkı ve yetkisi de yoktur. Alevilik sözlü ve felsefi karakteri ağır basan tasavvuf yanı oldukça zengin bir inançtır.

            Genel anlamda dinlerin kaynağı metafiziktir. Değişik ifade edersek sade insan fizik (maddi) dünyanın dışına çıkıp düşünmeye başlayınca dine, dinsel bilgiye ulaşmaktadır. Fizik dünyada cevap bulamadığı sorulara kendince metafizik dünyada ulaşmaya çalışmaktadır. Din bir bakıma insanın maddi dünyadan kopup metafizik alanda düşünüp şekillendirdiği bir “projedir.”  İnsanın metafizik dünyada şekil verdiği bir düşüncedir.

          İlkel dinlerden tek tanrılı dinlere doğru geldikçe dinin bu metafizik yanı gittikçe derinleşip kökleşmektedir. Bu anlamda Alevilikte de tasavvuf gibi metafizik yanı ağır basan öğeler yanında, ateş, dağ,  Ay ve Güneş gibi doğal alanlarda kutsallık arayan somut yanları da vardır.

          Alevilik köken olarak İslamiyet’e dayanmaz. İslamiyet’e göre çok daha eski bir inançtır. Herkesin bildiği gibi İslamiyet’in dört kaynağı vardır. Bu dört kaynak Kuran, hadis, kıyas ve icmadır. Kuran Allah’ın sözüdür. Hadis İslam Peygamberinin sözü ve davranışıdır. Kıyas İslam bilginlerinin mevcut kurallardan yeni  duruma ilişkin kurallar üretmesidir. İcma ise bütün Müslümanların üzerinde birleştiği bir konunun ayet (kuran) gücünde görülmesidir.

         Çağşak köyünde İslamiyet’in bu kaynaklarının hiç birine itibar edilmemiştir. İslamiyet’in kaynakları yerine daha çok İslamiyet’in siyasi sonuçlarıyla ilgilenilmiştir. Sadece İslamiyet’teki halife kavgasında her nasılsa Hz. Ali ve evlatlarının haklılığına inanılmıştır. Bu nedenle de İslamiyet ile değil siyasi bir olay olan halifelik kavgası temelinde bir ilişki, bir bağlılık söz konusu olmuştur. Bu ilişkiye bakarak Alevileri Müslüman görmek ne kadar doğru bir tavır olabilir?.. Çünkü bir dinin kaynaklarına bağlı olmadan, bu kaynaklara inanmadan, o inancın taraftarlarının yaşadığı halife kavgasında taraf olmak insanı o dinin mensubu yapmayacağını düşünüyorum.

        Köyde yaşayan Alevilerin İslamiyet ile benzerlik gösteren temel etkinliği cenaze törenlerindeki kısmi benzerliktir. Sadece ölü üzerinde kuran okunur ve cenaze namazına durulurdu. Bu da sınırlı sayıdaki insanın katılımıyla gerçekleşirdi. Ayrıca İslam dinine ilişkin duaları bilen insan sayısı yok gibiydi. Bunun dışında cenaze merasiminin diğer bölümlerinde her hangi bir benzerlik de yoktu.

        Ölen insanın mezarında ilk akşam ateş yakılırdı. Bu İslamiyet’te olmayan bir husustur. Büyük ihtimalle Zerdüşt dininde kutsal kabul edilen ateşin ölünün günahlarını yakması, ölen insanın ruhunu temizlemesi için bu yola başvurulduğunu düşünüyorum.

        Halifelik kavgasının yarattığı bu kamplaşmada saf tutulması, bu siyasi bağlılığın sonucu olarak Muharrem ayında genelde yaşlılar Oniki İmam orucu tutardı. Ancak bu  çok yaygın değildi. Oniki İmam orucu, Hz. Ali dahil onun soyundan gelen ve onunda içinde yer aldığı on iki imama atfen tutulan bir oruçtu. Bu oruç bir matem orucudur. Yiyecek ve içecekler konusunda sınırlama vardır. Örneğin on iki gün boyunca et yenilmez ve su içilmezdi. Orucun sonunda on iki farklı besinden oluşan aşure çorbası yapılıp dağıtılırdı. Bu oruç ve aşure çok yaygın olarak icra edilen değerler değildi.

         İslamiyetle hiçbir bağlantısı olmayan Xızır orucunu hemen hemen herkes tutardı. Xızır peygamber özellikle Kızılbaş Kürtler için son derece değerlidir. Her şeyin önünde ve üstünde görülürdü. Her sıkıştıklarında hep “boz atlı Xızır” imdada çağrılırdı.

           Xızır orucunun bölgelere göre tarihi biraz farklılık gösterirdi. Bu nedenle  köyde de bu farklılık yaşanırdı. Kimi insanlar ocak ayının son haftası kimi de  şubat ayının ilk haftası bu orucu tutardı. Bu oruç genel de üç gün, nacak bazıları da yedi gün tutabilirdi.

             Xızır’ın, orucun son gecesi evleri ziyaret edeceğine ilişkin güçlü bir inanç vardır. Çuvalın içindeki una elini basınca bu unun bereketli olacağına inanılırdı. Bu nedenle bunu ertesi gün kontrol etmek için un çuvalının ağzı açık bırakılırdı.

            Bu orucun son gecesi su içmeden yatan bekar kız ve erkeklerin  rüyasında kendisine su ikram eden kimseyle evlenebileceğine inanılırdı. Bu nedenle köyün gençleri son gece su içmeden yatıp şanslarını denerlerdi.

           Diğer bir gelenekte oruç bitiminde  “Ez Xızırê xwe dıxwazım.” talebiyle oruç tutan çocuk ve gençlerin yakın akrabalarından hediye istemesidir. Buna karşılık yakın akraba günün şartlarına göre mendil ya da ayna gibi bir hediye ile bu istemi karşılardı.

          Köyde yaşayan her Alevinin bir de musahibi vardı. Bu Alevilikte yol kardeşidir. Musahiblik sosyal bir normdur ve musahip kardeşten bile ileridir. Köy toplumunda son derece güçlü bir sosyal motiftir. Musahıplik sadece dini değil, taraflara sosyal ve ekonomik bir sorumluluk da yükler. Her musahip evine ve çocuklarına aldığı her şeyi musahibinin evi ve çocukları için de almak zorundadır. Musahipler arası bu yardımlaşma ve dayanışma hiçbir şekilde ihmal edilemez.

        Köydeki Her aşiretin “dedesi” farklıdır ve değişik bölgelerden gelir. Dedelik kurumunun etkisi köyde son derece zayıftır. Bu nedenle Cem törenleri çok yaygın olarak yapılmamıştır. Söylendiği kadarıyla Apê Aziz, Apê Seydo ve Apê Uso’nun dedelere yüz vermediği, hatta bu insanları kovduğu bile anlatılırdı. Bu tavır köyün geneli için de söz konusudur. Köye pek dede gelmezdi.

        Alevilik inancı uygulamadan çok, sözel yanı ağır basan bir inançtır. Yaşama ilişkin konulan değerlere bağlılık esastır. İyi insan olarak yaşamak temel ilkedir.

         Her Alevi aklı yettiği kadar tasavvuf yapar. Bu tasavvuf genelde varlık üzerine, Tanrı üzerine, insan üzerine, kadın üzerine, inanç üzerine, Hz. Ali üzerinedir. Evrenin merkezine insan oturtulur. Her olguya insan penceresinden bakılır. Tanrı dahil her şeyin insanda mevcut olduğuna inanılırdı. Bu temelde insan olarak kadına ayrı bir yer ayrı bir değer biçilirdi. Çoğu kez Hz. Ali bile bildiğimiz İslamın 4. halifesi olarak değil, bir sembol olarak algılanırdı.

         Bunun yanında doğa ile bir bağlılık da söz konusuydu. Güneş ve Ay kutsaldı. Özellikle insanlar sabah güneşine yüzünü dönüp dua ederdi. Ayrıca dağ, ateş  ve su kaynakları da kutsal görülürdü. Bunun en somut örneği Çağşak da bulunan Ziyarettir. Eskiden Çağşaklılar kurbanlarını bu “kutsal” mekanda keserlerdi.

          Alevi erkekler genelde bıyık bırakırlardı. Bıyık kesilmezdi ve kesen ayıplanırdı. Yaşlı erkekler sakal bırakırlardı. Bunlar  “ru sıpiye me” diye anılırdı. Bu temel bir gelenekti. Sakal bırakıldıktan sonra bir daha hiçbir şekilde buna dokunulmazdı. Bu sakalın her hangi bir şekilde kesilmesi hoş da görülmezdi.

           Bu konuda devlet görevlileri Apê Seydo’nun, Apê Ûso’nun ve Apê Aziz’in sakalını kesmişlerdir. Bu durum böyük bir üzüntüye neden olmuştur. Sanırım 1930’lu yıllarda “Tekke ve Zaviyelerin” kapatılması kararından sonra bu durumu yaşamışlardır. Oysa bu insanların inanç sistemiyle o günün devletinin amacı arasında bir çelişkiden çok bir paralellik söz konusudur. Bu insanların toplumu din kurallarına göre örgütlemek gibi bir amaçları olamazdı. Her şeyden önce bu tür bir inanca sahip bile değillerdi. Buna rağmen bu insanların sakalının kesilmesinin nedeni Aleviliğin resmi kabul görmemesinden kaynaklanmaktadır.

         Köyde, toplumun gelişmesini ya da toplumun yeni gelişmelere uyumunu engelleyen her hangi bir dinsel kural yoktu. Ancak başlangıçta kız çocukları okula gönderilmemiştir. Bunun nedeni her hangi bir dogma değildir. Okulun ve okumanın önemini bilmemekten kaynaklanan bir durumdur. Okulun ve okumanın erkekler için olduğu düşünülmüştür. Ancak bu anlayış daha sonra yıkılmıştır.

 

 

D.) MERKEZİ OTORİTEYLE İLİŞKİLER

 

 

             Köyün resmi otoriteyle bağı son derece zayıftı. Köylünün devletle ilişkisi son derece zayıf ve soğuktur. Her şeyden önce devlet köylüden hep almıştır buna karşılık hiçbir şey vermemiştir. Asker almıştır, vergi almıştır. Buna karşılık da hiçbir şey vermemiştir.

            Köy halkının Kürt olması bu insanların geldiği bölgelerde isyanlar yaşanması, bu isyanların bastırılması devlete karşı kaçınılmaz olarak bir soğukluk yaratmıştır.

            Ayrıca devlette hakim mezhebin Hanefi olması, Alevi inancının  horlanması ve devlet katında kabul görmemesi de devlete duyulan soğukluğun diğer bir nedenidir.

             Ancak 1908 yılında nüfus işleri 1930’lu yıllarda soyadı verilmeye başlanmıştır. Bu olaylar nedeniyle devletle ilişki gelişmiştir.

           Tek partili dönemde en çok yakınılan jandarma baskısı ve tahsildardır. Tahsildar vergileri toplardı. Bu dönemde hayvan başına alınan vergiler köylüye için son derece ağır yük getirmektedir. Köylüler uzun yıllar daha az vergi ödemek için hayvanlarının bir bölümünü saklamaya çalışmışlardır.

           Köylü devlet kapısına  birbirini şikayet etmek için pek nadir gitmiştir. Aralarında yaşadıkları çekişmeleri kendi içlerinde çözmeye çalışmışlardır. Kavgalar, darp edilmeler, kız kaçırmalar genel olarak  hep köyde çözülmüş problemlerdir.  

           Bu durumun temel nedeni sahip oldukları sosyal değerlerdir. Sahip oldukları bu değerler temelinde resmi otoriteye baş vurmadan aralarında yaşadıkları husumeti hep kendileri çözmeye çalışmıştır.

           Yaşadıkları husumeti çözmede Alevilik inancının getirdiği değerler de etkili olmuştur. Dedelik kurumunun gücü son derece etkili olmasa da sahip oldukları insan odaklı dünya görüşü, hoşgörü,  insan sevgisi, insana ve yaşlılara duyulan saygı temelinde merkezi otorite dışında aralarındaki çelişkileri çözmüşlerdir.


               H. KeskinO. Sağlam

Ziyaret
 
Şenlik
 
01 / 08 / 2010
Çağşak Köyü Çok Amaçlı Köy Konağı İnşaatı Başlamıştır...
İletişim Bilgileri
 
Telefon:

Ev: 0352 565 52 72
Cep: 0544 316 59 05
 
Bugün 4 ziyaretçikişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol